Batı Trakya’da 1923 öncesi nüfusun % 85’i Türk iken, Lozan Antlaşması ile gerçekleşen mübadele sonucunda, Selanik ve etrafı tamamıyla Türklerden arındırılmış ve Batı Trakya’da Türk nüfusunun oranı %50’nin altına düşürülmüştür.
Batı Trakya’daki Türkler mübadeleye dâhil olmasalar da, daha sonraları Cunta dönemi ve Kıbrıs Harekâtı sebebiyle yaşanan sorunlardan dolayı, ailesini ve kendisini korumak amacıyla vatanını terketmek zorunda kalan binlerce vatandaş mevcuttur.
Buna bir de 19. madde mağdurları eklenince rakam epey yükselmektedir. Resmi açıklamalara göre 19. madde yüzünden vatandaşlıktan atılan kişi sayısı 58 bin civarındadır. Bu kişilerin çoğunun da Türkiye’de yaşadıkları sanılmaktadır.
Lozan Antlaşmasından doğan haklarını kullanamayan Batı Trakya Müslüman Türk azınlığı, her zaman kendini bir yerlere muhtaç hissettiğinden, yıllar boyu korku ile yaşamış, parasız kalma korkusuyla çocuklarını okula salmayıp işe yollamış, eski yıllarda yaşadıklarını unutamadığından hep birilerini koruma hissiyle haksızlıklara boyun eğmiş ve her defasında da ezilen hep kendisi olmuştur.
Nitekim daha sonraları Yunan devleti tarafından, yıllarca eğitime vurulmaya çalışılan darbelere inat, gençler ana vatan Türkiye’deki burslardan yararlanıp Üniversitelerde okumuş, hepsi geri dönmese de dönenlerle azınlıkta yeni bir dönem başlamıştır.
O döneme kadar azınlığa yapılan algı operasyonları yüksek tahsilli gençler tarafından açılan hak arama savaşında diplomalarının tanınması konusunda yapılan açlık grevleri, Dr. Sadık Ahmet’in halkı arkasına toplayıp binlerce kişiyle meydanlara inmesi gibi olaylar, Yunan devletini Avrupa Birliğine rezil olma korkusuyla, azınlığın bazı taleplerini yerine getirmek zorunda kalmıştır.
Bu verilen küçük çapta azınlık haklarını büyüterek Avrupa’ya lanse etmeye çalışan devlet, aslında azınlığın geleceği için kapalı kapılar ardında kanunlar hazırlamakta, bunları deneme amaçlı kamuoyu ile paylaşmakta ve büyük itirazlarla karşılaştığında da, bunları daha ileriki senelerde daha farklı bir şekilde kullanmak üzere raflara kaldırıyordu.
Aradan geçen zaman zarfında başka problemlerle azınlığı farklı zorluklara iterken, bu karışıklıkta raftaki kanunları ani ve jet hızıyla mecliste onaylayarak azınlığın önüne atıveriyordu.
Günden güne artan problemlere bir de Yunanistan’daki krizler eklenince, evine ekmek götürmek, iş bulabilmek, borçlanmadan ailesinin masraflarını karşılayabilmek, (tabii bu masrafların içinde çocuğunun eğitimi de var), azınlık halkı için birincil problem olmaya başlamıştı.
Böylece kaybedilen gençlerin sayısı, günden güne artmaktaydı. Çünkü yurt dışına iş için gidenlerin sayısı gençlerde % 35-40’ları bulmakta, orta yaş ve üzerinde ise % 15-20’leri seyretmekteydi.
Gurbete daha fazla para hayali ile giden gençler, evlenmeyi ikinci plana ittiklerinden dolayı evlilikler azalmaya ve boşanmaların ise çoğalmaya başladığı bir sürece girilmeye başlandı.
Var olan eğitim, müftülük, vakıf ve kimlik sorunlarının üzerine azınlığın bel kemiğini oluşturan ekonomi de bozulunca, halk doğal olarak birçok yerden elini ayağını kesmiş ve tabiri caizse, “kendi yağında kavrulma” inancını benimseyerek kendi kabuğuna çekilmiş, kendisinden yıllarca oy isterken verdiği sözleri unutan veya yerine getirmeyen liderlerine de güvenini kaybetmiştir.
Azınlığın problemlerini bir de seçilmiş Müftülerimizden dinleyelim…
RÖP 1-İBRAHİM ŞERİF-GÜMÜLCİNE MÜFTÜSÜ
‘’Sayın müftüm bize Batı Trakya’daki sorunları kısaca anlat desek, iyisiyle kötüsüyle nasıl anlatırdınız’’?
-Bana ilk olarak bu fırsatı verdiğiniz için sizlere teşekkür ederim. Malumunuz Batı Trakya Birinci Dünya Şavaşından sonra Lozan Antlaşmasıyla Yunanis’tana bırakılmış ve bilindiği üzere bu antlaşmada Batı Trakya’da bırakılan Türkler’le İstanbul’da bırakılan Rumlardan bahsedilir. Bu antlaşma gereği bizler dini özerkliği olan bir toplumuz. Bizim anayasamız Lozan Antlaşması. Burada biz kendi kültürümüzü, dinimizi, geleneklerimizi Lozan Antlaşmasıyla ve Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan antlaşmalardan kaynaklanan bir hakkımız var. Kâğıt üzerinde var olan haklarımızı maalesef neredeyse kullanamaz hale geldik. Günümüze bakarak bizim problemimizi ifade etmemiz gerekirse bunları 4 madde üzerinde toplayabiliriz.
Bunlardan en önemlisi eğitim: Lozana veya ikili antlaşmalara göre biz kendi eğitimimizi kendimiz düzenlememiz lazım. Okullar açmamız lazım. Öğretmenlerimizi kendimiz tayin etmemiz kendimiz bulmamız lazım. Ancak ne yazık ki, aradan geçen neredeyse 100 yıl sonra eğitimimize kendimiz sahip çıkamıyoruz. Yunanistan neredeyse kendi eğitim sistemine adapte etti. Çocuklarımız artık kendi kültüründen uzaklaştırılıp Hristiyan kültürüne doğru adapte edilmeye başladılar. Bu bizim için en büyük problemlerden birincisi.
-İkincisi yine antlaşmalardan doğan Lozana bağlı olarak bir müftülük sorunumuz var. Antlaşmalarda müftülerin nasıl iş başına geleceği ve yetkilerinin ne olacağı tespit edilmiş ve iki ülke tarafından kabul edilmiş. Müftüler halk tarafından seçilir ve yetkileri de bellidir. Kadılık yetkisi gibi bu yetkileri o kullanır. Azınlık kendi dini liderini seçmesi gerekirken, ne yazık ki 1985 yılında Gümülcine’de, 1990 yılında da İskeçe’de ve Dedeağaç’ta Müftüler vefat ettikten sonra devlet buralara azınlığa sormadan Müftüler tayin etmiştir ve azınlık da bunu kabul etmemiştir. Bugün fiili olarak iki tane Müftülük vardır. Azınlığın seçtiği Müftüler ve devletin tayin ettiği Müftüler.
Bu azınlıkta başlı başına bir sorun. Devletin yapması gereken ise bu durumlarda azınlığa danışması ya da en azından antlaşmaların öngördüğünü yapması.
-Üçüncüsü, Osmanlıdan kalan zengin vakıflarımız. Bu vakıf yöneticileri de Müftülerde olduğu gibi devlet tarafından tayin edilmişlerdir. Aslında bunlar da halk tarafından seçilmesi gerekiyor. Burada büyük bir mebla söz konusu. Ancak buradaki gelir ve giderlerini de maalesef bizler bilmiyoruz. Devlet tayin ettikleri ile bu işi götürüyor. Diğer yandan Türkiye ile yapılan bir sürü antlaşmalar var ve bu antlaşmaların birçoğuna uyulmuyor.
-Dördüncüsü de, yine antlaşmalar sayesinde dinimizi ve kimliğimizi açıkça ifade edemiyoruz çünkü bazı yasaklar söz konusu. Mesela Gümülcine Türk Gençler Birliği 1928 de Yunanistan Dernekler yasasına uygun bir şekilde kurulmuş olmasına rağmen, yıllarca hatta yarım asırdan fazla çalışmasına rağmen Kıbrıs çıkartmasından sonra, başında Türk kelimesi bulunduğu için valilik ile Anayasa tarafından resmen kapatılmıştır.
Bugüne baktığımızda da hala içinde Türk kelimesi geçen hiç bir dernek kurulamamaktadır. Bu da başlı başına bir sorundur. Çünkü kendi kimliğimizi ifade edemiyoruz. Bunları bir araya topladığımız zaman geleceğe baktığımızda görüyoruz ki, eğitimimizin kontrol altında olması, din adamlarımızın kontrol altında olması, vakıflarımızın kontrol altında olması ve kendi kimliğimizi ifade edemememiz, gençlerimizi kendi kültürümüzden uzaklaştırılıp farklı kültürle adapte ettirilmesi Batı Trakya Türkleri için gelecekte büyük bir tehlike arz etmektedir.
RÖP 2 – AHMET METE- İSKEÇE MÜFTÜSÜ
‘’Balkanlarda Müslümanların sorunları diye bir başlık attık Hocam, bu başlık altında Batı Trakya’da bu sorunları ele alsak iyi bir şekilde nasıl özetleyebiliriz’’?
-Batı Trakya’nın sorunları kangren olmuş sorunlardır. Bunu devamlı olarak dile getiriyoruz. Fakat şimdilerde kangren olan sorunlarda kesimler zuhur etmeye başladı. Bunları eğer kısa kısa özetleyecek olursak, bir eğitim sorunumuz vardır.
Efendim okulların sorunu, kitapların sorunu, öğretmen sorunu, buna ek olarak da şu anda okulların kapatılması söz konusu. Biliyorsunuz, bir sürü okul bu sene kapandı. Geçmiş senelerden bugüne 50 tane okul kapatılmıştır. Ana okul ve kreş açılma müsadesi verilmiyor, hatta resmi bir dernek olan Yüksek Tahsillilerin şubeleri kapatılıyor ve böylelikle devlet elindeki tüm imkânları kullanarak balta vurmaya devam ediyor.
Bununla beraber Müftülük sorunu yine kangren olmuş bir sorun. Çift Müftüler 26 seneden beri aynı sorun. Fakat Türkiye’de bakıyorsunuz İzmir’de bir Mitropolit atama durumu var. Bunu gören insanımız da tabii ki doğal olarak ters düşünmekten kendini alamıyor. 240 imam yasası derinleştikçe derinleşiyor, okullarda din dersi yanlış bir şekilde okutuluyor. İslama darbe vuruluyor, devlet imamları zorla camilere getiriliyor, polis nezaretinde korunuyor. Karşı çıkan halkı polis sorguya alıyor veya tehdit ediyor, korkutuyor…
Böyle sıkıntılı olaylar var. 240 imam yasasının biz bitmesini beklerken, derinleşiyor. Müftülük sorununun bitmesini beklerken yeni yeni katmerler açıyor. Mesela Sayın İbrahim Şerif Gümülcine Müftüsü, İskeçe Müftüsü olarak bizler mahkemelere veriliyoruz şu anda, makam gasbı yüzünden mahkemeler açılıyor. Bunları bir araya topladığımızda vakıflar da aynı sorunun içine giriyor. Vakıflar da bittikçe bitiyor, kimsenin haberi yok vakıflar Yunan kanunlarına uygun bir şekilde çalıştırılıyor.
Neticede Batı Trakya’da sorunlar biteceği yerde daha çok derinleşiyor ve biz azınlık olarak bu sorunların bitmesi için ana vatanımız Türkiye’den artık mütekabiliyet esasına dayalı yardım bekliyoruz. Çünkü Batı Trakya Türk azınlığının dayanacak gücü kalmamıştır artık bundan sonrası kan kaybıdır, organların kesimidir.
‘’Peki, Hocam kendi içimizde, azınlığın içinde bize ileride zarar verebilecek ayrımcılıklar, ayrılmalar var mı, bunun zararları ne olabilir’’?
-Şimdi biz azınlık olarak hep şunu sorduk, Batı Trakya Türk azınlığı Yunanistan devleti içinde yaşar. En uysal azınlıktır ve yüzü Türkiye’ye dönüktür. Çünkü Türk asıllıdır ve Türkiye devleti ana vatanıdır. Fakat bunu hiç kimseye anlatamadık. Cemaatler geldi, partiler geldi, azınlık partilere göre değerlendirilmeye başlandı veya benim adamım senin adamın denilerek azınlıktan adamlar arandı.
Fakat şu tehlike gözden kaçıyor. Eğer azınlık adamlara, farklı partilere, farklı cemaatlere bölünürse yarın öbür gün, Türkiye’nin başına gelen FETÖ örgütü zararı Batı Trakya’nın içerisinde patlak verecektir ve çok büyük zararlar getirecektir. Bu durumda azınlığa bir arada tutmamız zor olacaktır.
Onun için biz her zaman şunu söyledik; Batı Trakya Müslüman Türk halkı devletçidir. Biz başta olan bütün yetkililerimizle gayet güzel çalışırız. Onlar bizim ana vatanımızın temsilcileridir ama muhalefet partileri de aynıdır. Devletin tümü bizim muhatabımızdır. Dolayısıyla eğer bu yapı korunmazsa Azınlıklar paramparça olur ve Türk insanına da ana vatanımıza da yaramaz. Bu durum başkalarının emellerine yarar. Bu tehlikeyi de görmek lazım…
Henüz yorum yok.
Henüz yorum yapılmamış. Yorum Yap!