Elife TÖRE’yi minnet, saygı ve rahmetle anıyorum.
Bir kahraman kadın vardı.
Öldü.
Kıbrıs Türklüğünün rahmetli liderleri olan Denktaş’ın ve Dr. Fazıl Küçük’ün davasının kadınıydı. İki lider de o kadının hayatının davası için mücadele etti.
Larnaka, Akhisar’da bir çiftlik sahibinin kızıydı. Ataları Kıbrıs’ın fethi sonrasında Karaman’dan Larnaka-Lefkoşa yolu üzerindeki Nalbant’a yerleştirilmiş ve buraların şenlendirilmesi ile görevlendirilmiş Tımar sahibiydiler.
1877-78 Türk-Rus Harbini fırsat bilen İngilizler tarafından Akdeniz’in doğusunu kontrol eden Kıbrıs Adası “iki eşek yükü para” karşılığında Osmanlı’dan kiralandı. İki eşek yükü para karşılığı olup olmadığını bilmiyorum. Ama Urum sevdalılarınca Kıbrıs’ta söylenen bir tekerlemedir. O yıllarda “yok olmama” mücadelesi başladı. Kimileri “var olma” mücadelesi diyorlar. Hayır, doğrusu “yok olmama” mücadelesidir. Kıbrıs Türkü vardı.
1960’lı yıllara gelindiği zaman artık İngilizlerce kışkırtılan, örgütlenen, silahlandırılan ve İngilizlere de zarar vermeye başlayan bir Urum eşkıyalığı, baskı, zulüm ve öldürme sıradanlaşmış, Türkler için çekilmez olmuştu.
Elife Ana ve ailesi Larnaka’nın Akhisar köyünden iki katlı, yüksek duvarlarla çevrili evlerini bırakıp Ocak 1964’de Vuda (Suluyer) köyüne taşındılar. Türk ve Rum karışık yaşadığından nispeten daha güvenli görülmüştü. Elife Ananın eşi de Kayseri’den göç ettirilmiş bir aileye mensuptu. Eşinin dedesi Molla Mehmet İstanköy’de paşa yaveri olarak askerliğini yapmış.
Elife Ana’nın ilk iki uşağı, Kıbrıs Türkünün güvendiği ve iman ettiği direniş teşkilatları, Türk Mukavemet Teşkilatının mevzilerinde silahsız nöbet tutan Zorlu ve Zafer’dir. Silahlı mücahitlerin şehit olması durumunda onların silahları ile nöbete devam edeceklerdir. Kıbrıs Türklüğüne bugün unutturulmak istenen iman, yaşama ve “yok olmama” ülküsü budur.
29 Ekim 1974’de ailenin ikinci en büyük ve çobanlık yapan oğlu Zafer dağ yollarından kuzeye güvenli yerlere, nişanlısının ailesinin yanına önce kardeşlerini kaçırdı. Dokuz kardeşten beşi, Ayşen, Naci, Elmaziye, İnönü ve Bozdağ. 20 Temmuz 1974’de Türkiye’nin “Garantörlük Anlaşması”na dayanarak başlattığı “Barış Harekâtı” ile “özgürleşen topraklara” ailenin yarısı kaçırıldı.
Zafer aynı dağ yollarından “TMT” saflarından ayrılıp tekrar karşıya “özgürleşemeyen topraklara” geçti. Bu sefer dağlarda bıraktıkları keçi sürülerini, başlarında çobanlık yapan kardeşi Mustafa’yı ve toprağa gömdükleri çakaralmaz iki tüfeği kaçırdı.
Özgürlüğünden mahrum Türk ilinde geride kalan esir nine, baba, Elife Ana ve en küçük kız Emine vardı. 1896 doğumlu ninenin sağlık durumu gerekçe gösterilerek Kızılhaç’a başvuruldu. Elif Ana ve nine kuzeye geçti. Kendi toprağında esir kalan sadece baba ve küçük kızı Emine’ydi. Kahraman Zafer’in bir kez daha mücadelesine ihtiyaç vardı. Zafer, askerden firar etti. Kendi dağında, kendi vatanı “Esir Kıbrıs”ta kalan babası ve küçük kardeşi Emine’yi “Özgür Kıbrıs”a kaçırdı. Bir de eşeği ve yeni doğan sıpayı getirdi. Onlar da “Özgür Kıbrıs”ta belki yeterince ot bulamayacaklardı ama “eşekliğin de lüzumu yoktu”. Zafer’in vatanı “Esir Kıbrıs”ın dağlarının yollarını artık Urumlarda öğrenmişlerdi. Uzun yollardan Akıncılara geldiler.
Böylece Elife Ana vatanını esir bıraktı lakin yarını yaşamak için ailesini Özgür Kıbrıs’ta topladı. Önce, Düzova’ya yerleştiler daha sonra sulu tarımcı aile Minareliköy’e yerleştiler. İki göz dam bir eve yerleştiler.
Elife Ana, oğlu Zorlu’yu çok istediği subay yapamadı. Zorlu ziraat mektebinden mezun oldu. Bakan oldu. Elif Ana’yı yere baktırmadı. Zafer, Girne yolunda hayvancılığa devam etti. Beşparmak Dağlarında dalgalanan üç hilalli bayrak onun bayrağıdır. Bilen bilir diğer çocukları da birer kahraman oldular.
1974 Barış harekâtı öncesi şehit olanlar bir tarafa, sonrasında Baf gibi daha uzak mesafelerden “Özgür Kıbrıs”a gelirken göç yolunda hayatlarını kaybedenlerin bile kaydını tutan var mı? Allah aşkına kahramanlık dışında zulmü, “ak topraklara” geçerken hayatını kaybedenleri, göçü konu alan bir belgesel var mı? Var deyin. Al deyin. Beni mahcup edin. 44 yıl olmuş. Elife Ana gibi hatıralarıyla göçüp gidiyorlar birer birer. Ortalık ucuz uçak bileti, hamburger peşinde koşan “yes (evet) be annem” diyenlerle hızla doluyor.
Esir Kıbrıs’ta Elife Ana’nın yüreği kaldı. Elife Ana beş vakit kıbleye dönerken Hala Sultan’ı ve yüreğini unutmadı. Öyle ya her mezar bayraktı. Bayrak düştüğü yerden kalkar. Elife Ana, Koçyatağı köyünü Üç Şehit oluşuna şahadet edendir.
Kocası küs öldü vatana. Elife Ana umuttu. Vatana küsmek olur mu? 2004’de Akhisar’a gitti. Evini buldu. Evlerinin içine, Lokanta, sağlık ocağı ve muhtarlık sığdırılmıştı. Kadının alanı olan avlunun yüksek duvarları yıkılmıştı. Vakıf malları yağmalanmış ve “sahipsiz” görülerek dağıtılmıştı. Avludaki kubbeli hamam yıkılmıştı. Gözünün önüne eski günler geldi. Atla geçen Urumlar bile avlu içini görmemek için attan inerek evlerin arasından saygıyla geçerdi.
Kıbrıs sorunuymuş. Elife Ana’nın Kıbrıs sorunu yoktu. Özgürlüğünü bekleyen Esir Türk Toprakları davası vardı. Kör nefsini doyuracak bir tas çorba neyine yetmezdi ki. Yazar Mustafa Sepetçioğlu’nun Sabır Ağacını okumayanlar rahmetli Elife Anayı da onun davasını da, onun davasının liderleri rahmetli Dr. Fazıl Küçük’ü de, rahmetli Denktaş’ı da anlayamazlar. Kıbrıs, özgür yaşamak isteyenler için “dava”, tok gebermek isteyenler için “sorundur”.
Bir kahraman kadın vardı. Öldü. Gözleri açık gitti. Öte yandaki “yüreğine” bakarak. Akhisar’daki evlerinin bahçesindeki elma ağacında kalan son kızıl elmaya uzandı. Alamadı. O orada kaldı. İkinci harekâtta Akıncılar’da Türk jetlerini görünce Emine’nin ellerini nasıl havaya kaldırmıştı. O eller şimdi onun ellerini son kez öpüyordu.
Elife Ana’nın yüzü nurluydu. Çocuklarının yüzlerini hiç hüzünlü görmedim. Hep güldüler. Tevekkülü, sabrı, mücadeleyi onlarda gördüm. Bir de Elife Ana’nın yüreğini gördüm onlarda.
Kahraman Türk kadını, Kıbrıs Davasını sende gördüm sende yaşadım. Ruhun şad olsun.
2000 yılında tanımak nasib oldu Elife teyzem ve o güzel ailesini.İstanbul dan 2 seneliğine diye geldiğimiz Kıbrısta 10 senemiz geçti.Bu yıllar boyunca Elife teyzeden dinledim yaşadığı o çilekeş yılları. Hafızalardan silinmesin diye adeta beynimize nakış nakış dokurdu. Millet, vatan, bayrak sevgisi onda hergün artarak yeniden değer kazanıyordu. Eşi Kemal amca....ismini bile anarken gözlerim yaşarıyor.Kıbrıstan İstanbula dönerken bahçenin kenarında elinde çapasıyla gözleri yaşlı, kalsaydınız keşke, ahh size vatandaşlık verselerdi ya be Nesrin hanım demesi kalbimde ayrı bir sızıdır.O göz yaşları anavatana olan sevgidendi, birileri olsun, sevdiği birileri , arada bir anavatandan konuşacağı birileri kalsın istiyordu.En küçük kızları Emineydi sırdaşım dostum, Kemal amcamla yaşadığı bir hatırayı dinlemiştim Elmaziye ablamdan.Yıl 1987, Emine üniversiteyi kazanınca Kemal amcamla beraber Ankaraya gitmek için uçağa binerler. Heyecanlıdır ikiside, ama en çok da Kemal amcam.Anavatanı görmek yeniden nasip olmuştur.Uçaktan inince toprağa kapanır, adeta sevgiliye kavuşmuş gibi, öper toprağı dualarla, sarsılır gövdesi hıçkırıklarla. Beni çok etkilemişti bu olay. Anlatılması gerekir aslında nesilden nesile. Rum tarafındaki topraklarınada küsmüştü onca yaşanmışlık, haklıydı...Ama Kıbrıs onun için mücevher gibiydi tıpkı ilk takılan tek taş pırlanta misali. Ona, Elife teyzeme ve o güzel evlatlarına bana Kıbrısı anlatıp başka bir gözle görmemi sağladıkları için minnettarım.Ve onlar gibi nice insanlara..İstanbula gelince sormuştu eş dost Kıbrıs nasıl diye; bir memleketten ne beklerseniz size verecek türden bir yer.Bazen annen, bazen baban, bacın ,yarin, ekmeğin ,vatanın ne arıyorsan var işte demiştim.Hepinize teşekkür ediyorum iyi ki...iyi ki.. Rabbim yollarımızı kesiştirmiş. Vatan sevgisiyle dolu bir aile bana can olmuş candan olmuş. Şimdi gururla Kıbrıs benim 2. vatanım diyorum. Yılmadan usanmadan anlatıyorum Elife teyzem ve anılarını yaşatmak adına. Makamları alî olsun ikisininde.